12-11-13, 23:43
|
#1 |
Üyelik tarihi: 22-10-13
Mesajlar: 1.158
| Hızır A.S ve Kehf Suresi Sırlarından Cenab- ı Allah (c.c), manevi (ledün) ilmiyle, olayların sadece dış yüzünü gösteren ilmin farkını bizlere tanıtmak için Kur’an – ı Kerim’deki Kehf suresinde, ümmetlere adeta canlı bir vak’a gösteriyor. Müfessirler ve mutasavvıflar arasında Hızır (A.S), hep tartışma konusu olagelmiştir. Zahir âlimleri hükmünde olan pek çok Kur’an tefsircisi; “Her canlı ölümü tadacaktır.” kutsi beyanına dayanarak Hızır (A.S)’ın kesinlikle ölmüş olduğuna hükmederler. Ebrar hükmünde olan, işin iç yüzünü bilmeyen zahir âlimlerinin bu hükümleri, ledün ilmine mazhar olan pek çok evliya, asfiya tarafından kabul edilmemiştir. İmam Rabbani (RA) gibi azametli mücedditler, Gavs-ı Azam Şeyh Abdülkadir Geylani (RA), İmam Bahaüddin Nakşbend (R.A) gibi pek çok asfiyalar, Hızır (A.S)’ın yaşadığını beyan ederler. Mukarebinler zümresinden olan birçok velinin Hızırla (A.S) münasebetleri, maceraları mutasavvıfların eserlerinde zikredilmiştir. Hızır (A.S)’ın hayatta olup olmadığına dair zahir ve batın âlimleri arasındaki tartışmaya ilave olarak, Hızır (A.S)’ın nebi mi veli mi olduğuna dair tartışmalar da hep süregitmiştir. Aslında zahir ilmi ile ledün ilminin farklılığını cenab- ı Allah (c.c), Kehf suresindeki Hızır ve Musa (AS) kıssası ile ortaya koymaktadır. Musa (A.S), zahire bakarak Hızır (A.S)’ın ledün sırrıyla yapmış olduğu işlere hep itiraz etmiştir. Tıpkı zahir âlimlerinin, ledün ilmine mazhar olan evliyaya, asfiyaya pek çok konularda itiraz ettikleri gibi... Kehf süresinde geçen Hızır (A.S)’ın kıssası şöyledir: 60. ayet: Musa uşağına demişti ki : “ Durmayıp ya iki denizin birleştiği yere varacağım veya uzun Kehf suresinde bir zaman yürüyeceğim.61. ayet: İkisi, iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular, balık sıyrılıp denizde yolunu tuttu. 62. ayet: Orayı geçip gittiklerinde Musa, uşağına: “Kuşluk yemeğimizi bize getir, andolsun bu yolculuğumuzdan yorgunluk çektik” dedi.63. ayet: Uşağı: “Gördün mü? dedi. Kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum. Onu söylememi bana ancak şeytan unutturdu, balık şaşılacak şekilde denizin içinde yolunu tutup gitti.” 64. ayet: Musa: “İşte aradığımız o idi,” dedi. Tekrar izlerini takip ederek geriye döndüler. 65. ayet: Kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona katımızdan bir ledün ilmi öğretmiştik. 66. ayet: Musa ona: “Sana öğretilenden, bana bir bilgi öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi. 67. ayet: “ Sen benimle beraber bulunmağa sabredemezsin.” Dedi. 68. ayet: “Sana bildirilmeyen şeye nasıl davranabilirsin?”69. ayet: Musa: “İnşallah, dedi, beni sabredici bulursun, senin emrine karşı gelmem.” 70. ayet: O kul: “ O halde, dedi, eğer bana tabi olursan ben sana anlatıncaya kadar, hiçbir şey hakkında bana soru sorma.” 71. ayet: Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman gemiyi deliverdi. Musa: “Halkı boğmak için mi gemiyi deldin ? Hakikatten sen müthiş bir iş yaptın.” Dedi.72. ayet: O kul: “ Sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın demedim mi ?” dedi. 73. ayet: Musa: “ Unuttuğum şeyden ötürü beni kınama ve bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma,” dedi. 74. ayet: Yine yürüdüler. Nihayet bir oğlan çocuğuna rastladılar. O kul hemen onu öldürdü. Musa: “Bir can karşılığı olmadan temiz bir can öldürdün ha? Doğrusu sen çirkin bir iş yaptın?” dedi. 75. ayet: O kul: “ Ben sana, sen benimle beraber olmaya dayanamazsın dememiş miydim?”dedi. 76. ayet: Musa dedi ki: “ Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaş olma. Benim tarafımdan sana özür ulaşmıştır. 77. ayet: Yine yürüdüler. Nihayet bir kent halkına varıp onlardan yemek istediler. Kent halkı onları konaklamaktan kaçındılar. Derken yıkılmak isteyen ( yıkılmak üzere olan ) bir duvar buldular. Hemen onu doğrulttu. Musa : “ İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın.” dedi.78. ayet: “ İşte dedi, bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.” 79. ayet: “ O gemi, denizde çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim, çünkü onların ilerisinde her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kral vardı.” 80. ayet: “ Çocuğa gelince, onun anası, babası mümin insanlardı. Bunun, onlara azgınlık ve küfür salmasından korktuk.” 81. ayet: İstedik ki Rab’ leri onun yerine onlardan daha temiz, daha merhametli birini versin.” 82. ayet: “ Duvar ise, şehirde iki yetim çocuğun idi. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabb’in istedi ki onlar ( büyüyüp) güçlü çağlarına ersinler ve Rabb’inden bir rahmet olarak hazineleri çıkarsınlar. Bunları, ben kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzü.” Kehf suresindeki Hızır (A.S) kıssası 82. ayetle son buluyor. Hızır (A.S) hayattadır. Bazı zahir âlimlerinin Hızır (A.S)’ın hayatta olmadığını beyan etmeleri hayat mertebelerinin sırrını, ledün esrarı ufkuyla kavrayamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Evliyanın beyanına göre Cenab- ı Allah (c.c) beş türlü hayat mertebesi halk etmiştir. Hızır (A.S) ve İlyas (A.S) ikinci hayat tabakasında bulunuyorlar. Bu hayat tabakasında bulunan Hızır ve İlyas (A.S) birinci hayat tabakasında vefat ederek, ikinci hayat tabakasına geçmişlerdir. Yani zahir âlimlerinin söyledikleri gibi Hızır ve İlyas (A.S) dünya hayatına vefat ederek her canlı gibi onlar da ölümü tatmışlardır. İkinci hayat tabakasında yalnızca Hızır ve İlyas (A.S) değil, bu makama gelen pek çok evliya ve asfiya da dahil edilebilir. Sözgelimi, gavs-ı azam, gavs, evtad gibi... Hızır ve İlyas (A.S)’ın ikinci hayat tabakasındaki hayatları bir derece serbesttir. Yani bir vakitte cismani olarak dünyanın pek çok yerinde temessül edebilirler. Bizim gibi yemeye, içmeye mecbur değillerdir. Canları istediği zaman, isterlerse bizim gibi yer içerler. Mukarrebin zümresinden olan pek çok veli, evliya, asfiya Hazret-i Hızırla (A.S), maceralar yaşamışlar ve bu maceraları bizlere nakletmişlerdir. Velayet makamlarından bir makam vardır. Buna “Makam -ı Hızır” denir. O makama gelen bir veli Hızır (A.S)’dan ders alır, onunla görüşür. Bazen Hızır makamında olan veli yanlışlıkla halk tarafından Hızır (A.S) zannedilebilir. Evtad, büdela, asfiya, Gavs-ı Azam gibi unvanlara sahip azametli evliyalardan vefat etmiş olup da tekrar dünya hayatında cismani tecellileriyle görülenler pek çoktur. Bu kabil evliyalar da vefatlarından sonra kendi misallerine benzer bir surette cismani olarak gezebilirler. Bu unvandaki azametli evliyalar, Makam –ı Hızır sahibi olduklarından, tıpkı Hızır (A.S) gibi ölümlerinden yüz yıl sonra bile olsa cismani temessülleriyle dünyanın ayrı ayrı noktalarında bulunabilirler. İsterlerse yer içerler. Evlenseler, çocukları olur. Bizim anladığımız manada onlar ölü değillerdir. Ayette buna işaretler vardır... Hızır (A.S) kullardan merhametli olanları çok sever. Umumiyetle fakir tarzında temessül edip yardım talep eder. Kulların merhametini dener. Ne var ki genellikle hoşa gitmeyen bir kıyafetle temessül eder. O,ancak iman nuru ile tanınabilir Çocuk, yaşlı, kadın vb tarzda cismani olarak temessül edip, gözükebilir. Hızır (A.S)’ın halk arasında temessül edip dolaşması adına binlerce rivayetler mevcuttur. Hızır (A.S) bir nebi, bir peygamberdir. Kudretli Yemen hükümdarı Zülkarneyin’in akrabasıdır; onunla aynı çağda yaşayıp pek çok savaşlara katılmıştır. Kur’anda geçmekle beraber adı zikredilmemiştir; yüz yirmi dört bin nebiden biridir. Fakat ismi Hızır (A.S) değildir. Yürüdüğü beldeler bereketlendiği için ona Hızır (A.S) denmiştir. Hızır, yeşerme manalarını da içeren bir kelimedir. Onun asıl adı Belya(AS)’dır...Osmanlı döneminde de cisimleşerek pek çok savaşa katılmıştır...Mimari eserlerin yapılmasına yardım etmiş,Osmanlı padişahlarıyla maceralar yaşamıştır...Hızır (A.S); kutbu’l – medarın, gavs-ı azamın dostu ve yardımcısıdır. Gavsların manevi pek çok işlerinde onlara yardımcı olur. Halk arasında Hızır (A.S) ‘ı tanıma adına ellerine bakma önerilir. Parmaklarından biri diğerine yapışıktır. Onun elinin “yeşil” olduğuna inanılır. Aslında bu hem doğrudur, hem de yanlıştır. Yanlıştır, çünkü Hızır (A.S)’ın zahiri eli yeşil değildir. Doğrudur, çünkü manevi âlemde Hızır (A.S) cenab-ı Allah’ın (c.c) kudretinin tecellisi olan “yeşil bir ele” sahiptir. Tıpkı gavs-ı azamın “yeşil eli” gibi...Parmaklarının yapışık olduğu ise diğer bir hakikattir.. Hızır (A.S)’ı tanıyabilmek cidden pek zordur. Cenab-ı Allah (c.c) tanıtırsa tanınabilir. O, hiçbir vakit ben Hızır’ım, demez. Bazen Hızır (A.S) cismaniyetiyle giderken bir veli onu tanıyabilir. Veli gönül aleminden o kula bir mıknatıs gibi çekilir. Bu çekime karşı koymak imkânsızlaşır. Böylece Hızır (A.S)’ı tanıyabilir. Hızır (A.S) hem bolluğun, bereketin; hem de ilm-i ledün bilgisinin kaynağıdır. Duası, asla reddolmaz. Daima cenab-ı Allah ile görüşme halindedir. Onun uykusu yoktur. Gece gündüz emr-i ilahiyi yerine getirmekle meşguldür. İsmi belirsiz, kendi belirsiz, vazifesi bir sır; yani o kullardan bir kul olarak hep meçhul kalmaya her yönüyle âlimlerce tartışılmaya devam edilecektir. Ona bilerek ya da bilmeyerek iyilik edenler, iki cihanda da onun reddolmayan dua bereketine nail olurlar. Umumiyetle Hızır (A.S) gavs-ı azam’ın müritlerine yani manevi evlatlarına kol kanat gerer, dua eder, dost olur. Onlarla arkadaşlık eder. Onlardan bir şeyler ister. Evlerine gelir. Fakat çoğu, onun Hızır (A.S) olduğunu bilmez... En doğrusu “ Her geceyi kadir, her kulu Hızır” bilip, fakire, düşküne elden geldikçe yardımcı olmaktır. Hızır(AS) ve Hz.Musa (AS) kıssasında tarikatlara remzen işaret vardır; bu kıssanın mürit, mürşit ilişkisine bakan yönleri vardır... Cenab-ı Allah (c.c) Hızır (A.S)’ın reddolmayan şefkatli duasına bizleri de dahil eylesin. Bütün bunların en doğrusunu bilen Allah’tır. |
| |